Konuşmak benim işim…
Sohbet etmeyi severim.
İletişim kurmaya bayılırım.
Yayınlarımda aralıksız 4 saat konuşabiliyorsam ve bundan hiç sıkılmıyorsam, konuşmak benim işim.
Peki ya yazmak ???
Onu da ilk kez deniyorum. Daha doğrusu kendimce bir şeyler yazardım ancak sadece ben okurdum. Şimdi sizler de okuyacaksınız. Benim için bir ilk başlıyor, heyecanlıyım.
Hani derler ya; ‘Yayında çok fazla konuşma. Dinleyiciyi kaçırırsın. Daha çok müzik dinlet. Ne kadar az konuşursan o kadar dinlenirsin’ diye… Bu kural benim yayınlarım için ters yönde işledi. ‘Çok konuşmayayım’ diye karar aldıkça, ‘Hadi artık konuşsana’ isteğiyle karşılaştım.
Bir yayıncı basmakalıp cümleler kurup ‘robotmuş’ gibi konuşmaya başladığı zaman dinleyiciyi uzaklaştırıyor aslında. Bir başka uzaklaştırma metodu ise yayıncının sürekli kendinden bahsetmesi. Oysa ki orada salt yayıncı yok, dinleyici işin çok büyük bir parçası…
Dinleyiciyi radyoya bağlamak için kendimce yöntemlerim olduğu doğru…
Ama bunu bir plan dahilinde yapmadığım da doğru.
Size bir sır vereyim mi ?
Ne zaman çok hazırlıklı ve yazılı-çizili kâğıtlarla yayına çıksam, istediğim başarıyı yakalayamıyorum.
Hani ilkokulda öğretmenlerimiz okuma-anlatma dersinde tahtaya kaldırıp ‘Anlat çocuğum’ derlerdi ya… Hatırlar mısınız?
Önce iyice dersimize çalışır, sonra da hiçbir yere bakmadan anlatırdık. İşte ben yayınlarımda bunu yapıyorum. Dersime çalışıp, mikrofonu açıp karşıya bakarak anlatıyorum. Günlük yaşamdaki Nilgün nasıl anlatırsa öyle anlatıyorum. Ve radyosunun başındaki dinleyiciye arkadaşımla konuşuyormuş gibi sesleniyorum.
Unutmayın ! Radyo çok iyi bir arkadaştır… Radyolar olmasa, hayat çok sığ ve renksiz olurdu. Radyo mu, televizyon mu diye tercih yapmak zorunda kalsam kesinlikle radyoyu tercih ederdim.
Siz ıssız bir adaya düşseniz hangisini tercih ederdiniz? Radyo mu? Televizyon mu?
Bana kalırsa radyoyu tercih edin… Size güzel şarkılar çalarım, adada hiç sıkılmazsınız 🙂
Haydi gülümseyin ve hep böyle kalın…